GERİEN

Sen Sen Ol Cappadox’suz Kalma

En sevdiğim festivaller listesinin baş sıralarında yer alan Cappadox, 18-21 Mayıs tarihleri arasında bu sene üçüncü kez Kapadokya’da düzenlendi. Cappadox’un bu yılki teması olan ‘’Dünyadan Çıkış Yolları’’; yazar, şair ve sanatçı Sami Baydar’ın aynı başlıklı kitabından bir alıntı. Kapadokya’nın büyüleyici, mıknatıs gibi kendine çeken coğrafyasında, birbiriyle bağlantılı müzik, çağdaş sanat, gastronomi ve açık hava deneyimleri ile ‘’Dünyadan Çıkış Yolları’’nı araştırmak hiç de zor olmadı. Her sene mutlaka ziyaret ettiğim (gitmeden duramadığım) Kapadokya, benim için Cappadox ile artık daha da vazgeçilmez bir hal aldı diyebilirim.

Cappadox, zaman kavramımı alt üst eden, bugün ama değil gibi hissettiren, geçmiş ile geleceği birleştiren ve her dakikasından büyük keyif aldığım, dolu dolu bir festival. Cappadox’ta gün, her zamanki gibi sabahın ilk ışıkları ile birlikte gerçekleşen sessiz yürüyüş üzeri gün doğumu konserleri ile başladı. Sonrasında doğada hep birlikte yapılan yoga asana pratiğinin canlandırıcı etkisini tarif etmek imkansız. Vadi yürüyüşleri, flora ve jeolojik olmak üzere tematik doğa yürüyüşleri, kendini yormak istemeyenler için kolay parkurlu bisiklet turları, enerjisi bitmeyenler için zor parkurlu bisiklet turları, koşu yarışları… Bu sene yoğun yağan sağanak yağmur ve soğuk hava bile tempomu düşüremedi. Ama doğrusu festivalin son günü açan güneş nefis bir yemeğin üzerine yenen leziz bir tatlı gibi geldi ruhuma. Hem de Kızılvadi yürüyüşünü bu güne bırakmışken… Üç buçuk saatlik, hiç de zor olmayan bu yürüyüş esnasında ağırlıklı olarak kızıl renge bürünmüş, doğa harikası peri bacaları, Kolonlu Kilise, Haçlı Kilise, bolca yabani kuşkonmaz, kıpkırmızı gelincikler, yabani badem ağaçları, küme küme limon kekikleri ile iki tane de baharın habercisi, kartal görünümlü Mısır akbabası gördüm. Parkurun başlangıç ve bitiş noktaları ile mola duraklarında festivalin sponsorlarından Uludağ Premium, kelimenin tam anlamıyla Cappadox boyunca içimize sular, maden suları serpti.

Dillerden düşmeyen ilk akşam konserlerini her ne kadar kaçırmış olsam da, sonrakilerden geri kalmadım. Cappadox’a gelip de Perili Ozanlar Vadisi’nin efsunlu atmosferinde kendimi müziğin ritmine kaptırmamak değil ayıp, günah olurdu.

Piknik Gibi Piknik

Cappadox’un klasikleşen gastronomi etkinliklerinden piknik ve gurme tadımlar bu sene de yoğun ilgi gördü. Kapadokya’nın en yeşil vadilerinden biri olan Dibidi Yalağı’nda gerçekleşen piknik sofrasında, güveçte pişmiş etli nohut, arpa şehriyeli pirinç pilavı, kızartma çeşitleri, bol yeşillik, mercimek köftesi, kesme mantı, yoğurt, tatlılar, meyveler bittikçe yerine yenisi geldi. Siyez bulguru ve eski Kars kaşarı ile birlikte risotto gibi yapılan pilav, pikniğin en kendi şahsına münhasır ve rağbet gören yemeklerinden biri oldu. Pötikare örtülü ahşap masalar üzerinde doyan karınlar, minderler üzerinde canlı müzik ve temiz havada doğanın tadını çıkararak devam etti.

Yöreye özgü tatlardan oluşan ‘’Gurme Tadım’’ da özellikle çömlek peyniri ve kuru kaymak ile birlikte yenen zeytinyağlı yaprak sarma, alışılagelmişin dışındaki lezzetleri ile gönlümüze taht kurdu.

Basit ama Gösterişli: ‘’Doğada Açık Ateşte Pişirme’’

Fakat bu sene ilk kez gerçekleştirilen bir etkinlik vardı ki sormayın! Uzun süre tadı damağımdan çıkmayacak olan ‘Doğada Açık Ateşte Pişirme’’ ile Şef Mustafa Otar ve ekibi, tüm katılımcılara A’dan Z’ye muhteşem bir gastronomi şöleni yaşattı. Yaratılan konsept, menü, etkinliğin gerçekleştiği açık hava mekanı, kurulan sofraların üzerine yerleştirilen çiçekler, servis ekibinin sıcakkanlılığı derken beğenilerimi say say bitmez. Tüm pişirme unsurlarının organik malzemeler ve kül, toprak, çamur, odun, taş gibi organik maddelerden oluştuğu etkinlikte, 15 farklı lezzetten oluşan bir yemek yedik. Yemek, bölgeye has bir üzüm çeşidi olan emir üzümü yaprağına sarılmış pastırmalı peynir ve ateşte kızartılmış ekşi mayalı salçalı ekmek ile başladı. Kayısı odunu ve kart asma odunu ile işlenmiş dana kontrafile, bölge peynirleri, ızgara kuşkonmaz, kuru mürdüm erikli ızgara taze fasulye ile iştahlarımız açıldı. Bölgenin yabani otlarının iç harç olarak hazırlandığı ve odun fırınında pişirilen, mis gibi buram buram tereyağı kokan, çıtır mı çıtır kol böreğinin lezzetini anlatmam mümkün değil. Yörenin taze otlu tereyağı ve Avanos Küflü peyniri ile harmanlanmış olan külde pişmiş köz soğanlı kıraç patatesin basit ama gösterişli lezzeti, Balıkesir süt kuzu kokorecini bile geride bıraktı kanımca. Gecenin yıldızı açık ateşte pişmiş oğlak oldu. Beş saat bütün olarak pişirilen oğlak, daha sonra parçalara ayrılıp çömlek içine yerleştirildi ve pişirilme işlemini odun fırınında tamamlamış oldu. Sonuç; derisi çıtır, eti lokum, içi sulu nefis bir yemek! Çetin havada sabahın ilk saatlerinden akşama kadar vızır vızır çalışan bu genç ekibin ellerine, emeklerine sağlık. Tek kelime ile; bravo!

Cappadox çoskusu umarım her sene katlanarak artar ve namı yurdumuzu aşar. Son olarak kendime küçük bir not: Sen sen ol Cappadox’suz kalma! (Kendime söylüyorum ama sevgili okur sen anla)